Home / Genel / Yaşat ki Yaşayasın

Yaşat ki Yaşayasın

Linkedin

Ediz Hun, siyasetçilerin kavgasının bittiği, terör sonlandırıldığı, “ben” anlayışından ziyade “biz” anlayışının oturtulduğu, “çalışmayan” insanların “çalışır” konuma getirtildiği takdirde, Türkiye’de çevre bilincinin artacağını ve kalkınmanın hızlanacağını vurguluyor.

Türk halkı onu ilk olarak Yeşilçam sinemasının jön aktörlerinden biri olarak tanımış olsa da, o bugün çevresel bilincin artırılması noktasındaki çabaları ile en önemli aktivistlerinden biri. Ediz Hun’dan bahsediyoruz. 1963 yılında “Ses Mecmuası’ nın düzenlemiş olduğu bir yarışmada birinci seçildikten sonra, aynı yıl başrolünü oynadığı “Genç Kızlar” filmiyle sinemaya adımını atar Ediz Hun. 1970’li yılların ortalarına kadar 129 filmde başrol oynayan Hun, Yeşilçam sinemasındaki karmaşadan dolayı sinemayı bırakır ve çevreye ağırlık verir. Norveç’e giderek Norveç Oslo ve Trondheim üniversitelerinde Ekoloji, Deniz Biyolojisi ve Çevre Bilimleri eğitimi alır. Ediz Hun, bugün aktörlüğünün yanında, uzman biyolog, öğretim üyesi ve politikacı olarak herkesin takdirini kazanmış, Türkiye’nin nadir kişiliklerinden biri. Dünyada ilk kez doğal ortamın dışında ürettiği İguana iguana adlı dev sürüngenle bilim dünyasının ilgisini çekmesinin yanında Avrupa’nın sayılı özel koleksiyonlarından biri olan, içinde 3000 farklı çeşit kaktüsün bulunduğu bir koleksiyona sahiptir. Türkiye Gazetesi’nde “Yeşil Sayfa” adlı köşesinde çevre ile birikimlerini paylaşan Ediz Hun’un, doğa-insan ilişkilerini detaylı bir şekilde anlattığı “Yaşat ki Yaşayasın” kitabı da büyük ilgi görmüştür.  Ediz Hun’la ile sürdürülebilir kalkınma, çevre bilincinin artırılması, Türkiye’de çevre bilincinin konumuna yönelik olarak kendisi ile son derece keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Sosyo ekonomik kalkınmada doğa-insan ilişkileri ne şekilde şekillendirilmelidir?
“Bu konuda bildiğiniz üzere konferanslar veriyorum. 1972’den itibaren Stockholm Konferansı ile başlayan çevrecilik akımı yavaş yavaş filizlenerek büyümüştür. 1987 yılında yayınlanan Bruntland raporu ile birlikte geniş bir anlamda ele alınmış ve BM’de en temel ilkelerden biri olarak benimsenmiştir. Bu gün büyük bir kalkınma sürecini yaşayan bir dünyada hayatımızı yürütüyoruz. Bu kalkınma süreci içinde birçok sektör en iyi şekilde gelişime katkı sağlıyor, sağlamaya da devam edecektir. Sosyo-ekonomik kalkınmada doğa insan ilişkileri derken yaşanan bu kalkınma sürecinde doğa-insan ilişkilerinde de gösterilmesi gereken hassasiyetin elden bırakılmaması gerektiğini ve gerek sosyal yaşamda, aynı şekilde onun bir devamı olan ekonomik hayatımızda doğal sistemlerin önemini vurgulamaya çalışıyorum.”

Sürdürülebilirlik ekonomik, ekolojik ve sosyal konularda kesintisiz sürdürülebilir gelişimi içermektedir. Sürdürülebilirliğin ekolojik yönünü değerlendirebilir misiniz?
“Ekosistemlerde çok değişik biyotoplar bulunmaktadır. Bunların korunması, gelecek nesillere aktarılması önem taşıyor. Bunların içinde çok farklı böcek, sürüngen, balık, kuş, memeli familyaları olabilir. Gelecek nesillerdeki çocuklarımızın, torunlarımızın bunları doğada izleyebilmeleri, araştırma yapabilmeleri ve meslekleri icabı gen rezervlerini toplayabilmeleri için devamlılıkları şarttır. Bir sürdürülebilir kalkınma içinde bu olgunun asla ihmal edilmemesi gerekiyor. Bugün sürdürülebilir kalkınmadan ziyade sürdürülebilir hayat olgusu ön plana çıkmıştır. BM’de de sürdürülebilir bir kalkınmanın ancak sürdürülebilir bir hayatla mümkün olabileceği ifade edilmiştir.  Bugün Türkiye de kalkınan bir ülkedir. Gerek şehirlerin ilerlemesi, gerekse kırsal kesimlere daha fazla teknik imkânlar götürerek kalkınmasını sağlayabilmek için değişik çabalar sarf edilmektedir.  Bunu memnuniyetle karşılıyoruz. Kalkınmaya zaten hiçbir çevreci karşı değildir. Ancak bu kalkınma süreci içinde çevrenin korunmasının önemini vurgulamak gerekiyor. Biz ona çalışıyoruz. Çıkardığım kitap “Yaşat ki Yaşayasın” ın başlığından anlaşıldığı üzere, bizim yaşamamız doğayı yaşatmamıza bağlı. Eğer biz etrafı söndürürsek, kendi hayatımızı da riske atmış oluruz. İnsan doğayla iç içe yaşamalı, doğasız bir yaşamın söz konusu olamayacağının bilincinde olmalı. Hiçbir insan, hiçbir aile, hiçbir toplum veya hiçbir ülke yalnız beton yığınları arasında hayat bulamaz. Ancak tabiatın içinde, o şevkle, o güzellikler içinde estetik duygusu gelişir ve koruma içgüdüsü söz konusu olabilir. O bakımdan doğadan asla vazgeçmemiz gerekiyor.”

“YENİ ENERJİ KAYNAKLARINA İHTİYACIMIZ VAR”
Bugün tüm üretim ve dağıtım zincirlerinde enerji ve ham madde verimliliğine oldukça artan bir önem verilmektedir. Bu gibi zorluklarla nasıl başa çıkılabilir?
“Enerji gereksinimi her geçen gün artmaktadır. 1830’larda 1 milyar olan dünya nüfusu, 102 yıl sonra 1932’de 2 milyara, daha sonra bu aralık daralarak aşağı yukarı 43 yıl sonra 1975’te 4 milyara, 2000 yılında 6,2 milyara ve 2013 yılında 7,2 milyara ulaşmıştır. Kalkınmış olan, medeniyet seviyesi yüksek ülkelerde kontrollü bir nüfus artışı ön plandadır. Dünya nüfus potansiyeline baktığımız zaman ilk 6 ülkeyi Çin, Hindistan, ABD, Endonezya, Brezilya ve Pakistan’ın oluşturmakta olduğunu görüyoruz.  ABD’yi bir tarafa bırakacak olursak, diğer ülkelerde kalkınma katsayısının çok yüksek olmadığını gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bunlardan Çin tedbirler getirerek, nüfusunu en etkin biçimde kontrol edebilme başarısını gösterdi. Ama Hindu’larda böyle bir yaklaşım kabul edilmediğinden ötürü, Hindistan bunu başaramadı. Dolayısıyla Hindistan bugün en hızlı artış kaydeden ülkelerin başında yer alıyor. Bugün en fazla kömür, petrol ve doğalgaz gibi “yenilenemeyen” enerji kaynaklarını kullanıyoruz. Altın, elmas gibi yerin altından çıkan bu kaynaklar bir gün gelecek tükenecek. 400 milyon önce o zamanki ağaçların karbonlaşması sonucu kok, bunların metamorfozunu tam tamamlayamamaları sonucu da linyit kömürü oluştu. O zaman kuzey yarım kürede Lavrasya (Laurasia) güney’de ise Gondwana’dan (Gondwanaland) oluşan iki büyük kıta dünyamızda bulunmaktaydı. Dünyanın diğer bölümleri Paratetis (paratehthys) denizi ile kaplıydı. Bu denizde milyarlarca canlı yaşıyordu. Bunların ölümleri, dibe çökmeleri petrolü oluşturdu. Sonuç olarak çok kısıtlı bir petrol var dünyada. 70-80 sene içinde sona yaklaşacak, bitmese dahi o kadar maliyetli olacak ki artık konvansiyonel kullanım için pek efektif olamayacak. Kömür ve doğalgaz ‘ın reservleri ise daha uzun kullanılabilecek. Dolayısıyla yeni enerji kaynaklarına ihtiyacımız var. Bundan dolayı da bilim adamları durmaksızın çalışıyor. Bu alternatif enerjiler arasında güneş, rüzgâr ve dalga enerjisi yer alırken, hidrojen enerjisi de ön plana geçiyor. Ama mutlaka insanlık bu enerji sorununu çözüme kavuşturacaktır. Önemli olan, enerji sorununu çözüme kavuşturmak değil, nüfusu kontrol altında tutabilmek. Dünya nüfusu bugün 7 milyar, 10 milyar olunca ne olacak veya Türkiye bugün 75 milyon, 150 milyon olunca ne olacak? Ben senelerdir üniversitede ders veriyorum. Talebeler yetiştiriyorum. Çocukların iş bulabilmesi, evlenebilmesi, evini döşeyebilmesi, ancak parasal sorunların hallolmasıyla mümkün olabilir. Bence nüfusu artırmak yerine, mevcut gençlere iş imkânı sağlamak ve onların refah seviyesini yükseltmek gerekiyor. Bence esas olan budur. Binaenaleyh, bana göre Türkiye’de çözülmesi gerekli olan iki önemli sorun vardır. Birincisi, kesinlikle terör’ü sonlandırmaktır. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözü çok önemli. Bir barış olmasını arzu ediyoruz. Bir baba, anne, her şeyden önce bir insan olarak pırıl pırıl gençlerimizin bir hiç uğruna yok olması kabul edilemez. İkinci sorun da gençlere iş imkânının sağlanması. Bugün, ister üniversiteyi bitirmiş olsun, ister bitirmemiş olsun, sanatta yetişmiş olsun, hatta ilk mektep mezunu olsun, tüm gençleri iş hayatına yönlendirme, onlardan en etkin iş gücü sağlama çabasını hükümetin göstermesi gerekiyor.”

“HİÇBİR ŞEY YETMEZ”

Sürdürülebilirlik son yıllarda eskisinden daha çok tartışılan bir konu oldu? Bu konuyu bu kadar çekici yapan ne oldu?
“Sürdürülebilirlik, devamlılık açısından önem taşıyor. Ben “yeter” kelimesini hiç sevmem. Hiçbir şey yetmemeli. Ben aktörüm, sanatçıyım. Sinema sanatında bu kadar film yapmış olmama rağmen, ben kendimi asla yeterli görmedim. Ben hala öğrenciyim. Ben her yeni filmde yeniden doğuyorum, yeni bir şeyler öğreniyorum. “Yeter” diye bir kelime kabul etmiyorum. Deniyor ki, “Türkiye’nin kalkınması yeterlidir.” Böyle bir şey söz konusu olamaz. Kalkınma, sonsuza kadar devam eder. O bakımdan burada da hiçbir zaman “yeter” kelimesini kullanmamız lazım. Türkiye’nin çok çalışmaya devam etmesi lazım. Bugün, Türkiye 75 milyonluk kalabalık nüfusuyla AB’ye girememiş olmasına rağmen, Avrupa Birliği ülkelerinden Yunanistan, Portekiz ve İrlanda’dan çok daha iyi durumda ve bu çalışmalarının da karşılığını görüyor. Kalkınmayı hızlandırmak için gençleri yönlendirmek, çalışmayan insanları da “çalışır” konuma sokabilme hünerini gösterebilmek gerekir.”

“BEN” DEĞİL, “BİZ” DEMEYİ ÖĞRENMEMİZ GEREKİYOR”
Türkiye’de üretici firmalar çevreye olan duyarlılıklarını ne şekilde göstermeliler? Bu konudaki önerileriniz nelerdir?
“Türkiye’de bireysel kazanç ve yükselme hırsı kontrol altına alınmalıdır. “Ben” değil, “biz” demeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bugün trafikte de yaşıyoruz. Arabayı kullanan yol vermiyor, kendini aradan sıyırıp ön tarafa geçmek istiyor, sonuçta menziline daha çabuk varmak istiyor. Bu bir “ego” tezahürüdür. Egomuzu kontrol etmemiz lazım. Birlikten kuvvet ve sinerji doğar. “Ben” değil, biz dediniz mi, güzel eserler ortaya çıkıyor. Türkiye bir kere bunu kabullenmeli. İkincisi de çevreden çekinilmemelidir. Endüstri liderleri çevrecilerin kendilerini desteklemediklerini iddia ediyor ki böyle bir şeyin aslı astarı yok. Tabii ki, kalkınma için biz endüstrimizi ve endüstrimizde çalışan sistemleri destekleriz. Ama o endüstriyi daha da kalkındırabilmek için etrafındakilerin de çevreyi korumayı başarabilmesi gerekiyor. Çoğu yüksek öğrenim sahibi olmasına rağmen, yalnız kendi çıkarını düşünüyor. Varillerini boş arazilere kamyon tutarak gönderen kimya şirketlerini unutmuş değiliz. Bu konulara karşı çok hassas olunması gerekiyor. Burada cezai müeyyidelerden ziyade insanların doğru şekilde bilinçlendirilmesi önem taşıyor. Bilinçlendirme’ de örneğin belediyelerde çevre eğitimi veren sistemler oluşturulabilir. Çevre, alternatif enerjilerin önemi, geleceğe yönelik çalışmaların ve stratejilerin planlanması yönünde personelin eğitimi büyük önem taşıyor. Belediyeler, halkın seçtiği insanlardan oluştuğundan dolayı bu tarz koruma planlarını titizlikle hazırlamalıdırlar.
Mesela, benim çevre konusunda İstanbul’da çok takdir ettiğim konulardan biri, Büyükşehir’in Bahçeler Müdürlüğü’nün son derece mükemmel çalışıyor olmasıdır. Dengeli, estetik duygusu yüksek ekimler ve dikimlerle, her tarafta güzel bir düzen içinde ağaçlandırma yapıp, insanların içini huzura kavuşturacak bir görüntü oluşturuyorlar ki, tebrik etmemek elde değil. Demek istediğim şudur; Çalışınca oluyor. Belediyeler haricinde, özel sektör ve aziz halkımız da bu ihtimamı gösterebilmelidir.”

BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR

Sürdürülebilir gelişim ve çevre duyarlılığı konusunda Türkiye’yi hangi noktada görüyorsunuz?
“Türkiye’de eğer dostluk, kardeşlik tesis edilebilirse, etnik kökeni ne olursa olsun herkes birbirini sarılıp, kucaklayabilirse, o zaman bundan güzel bir sinerji ortaya çıkacaktır ve bu sinerji de bizim kalkınmamızı hızlandırır. Bunun için her şeyden önce siyasilerin birbiriyle kavga etmemesi lazım. Bu kavga milletimize örnek teşkil ediyor ve onlar kavga etmeye başladı mı biz de kavga ediyoruz. Siyasilerin birbirine karşı saygılı olması gerekiyor. Mesela, ben kim olursa olsun kavga eden tarafa oy vermem. Ben yumuşak başlı, kibar, nazik, bazı konularda hakarete uğrasa dahi, tepkilerini daha yumuşak şekilde ortaya koyan gruba oy veririm. Şu anda siyasilerin kavgası çok büyüdü. Millet birbirini neredeyse yok edecek bir konuma girdi. Bundan uzaklaşmamız lazım. Siyasetçiler örnek teşkil etmekteler. Televizyonda devamlı onları seyrediyoruz, dolayısıyla onların birbirine olan ilgileri, münasebetleri, davranışları bizleri olumlu veya olumsuz etkiliyor. O bakımdan olumlu davranışlar sergilemesi lazım ve insanların birbiri ile kavga etmemesi lazım. Birbirimize kardeş gibi yaklaşabilirsek, birbirimizi seversek kucaklayabilirsek o zaman biz gerçekten hızlanmış bir kalkınma süreciyle çok ileri gidebiliriz. Ben toplumun bir bireyi olarak, toplumu çok iyi tanıyan ve toplumunda beni çok iyi tanıdığını ve çok şükür sevdiğini bildiğim için toplum adına konuşuyorum. Toplum kavga istemiyor. Toplum barış istiyor, huzur istiyor, mutluluk istiyor, sevgi istiyor. Etnik kökeni ne olursa olsun, fark etmez. İnsan mısın, mühim olan o. Birbirimize hürmet edeceğiz. Bunu yaptığımız takdirde, bu ülkede çok daha başarılı oluruz ve kalkınma ivmemiz yükselir.”

About Ali Erdem

Check Also

Modern ısıtmalı godede Nesnelerin İnterneti

LinkedinRetech ITMA 2023’te sürdürebilir ısıtmalı godelerin başarılmasındaki yenilikleri ortaya koyuyor Enerji tasarruflu motorlara ve enerji ...